1856-2022 Türk diploması tarihinde dönüm noktaları

1856 tanzimatın ilanı, belki ikiyüz sene öncesinden başlayan gerileme sürecimizin son noktası olmuştur.

       Türk devlet geleneğinde devletler arası ilişkilerde yapılan bütün sözleşmeler her dönemde bizim alfabemiz ve bizim yazımız ile olmuştur. Selçuklunun yıkıldığı yıllarda dahi yaptığı bütün antlaşmalar Türk yazısı ve kalemi ile yapılmıştır. Fakat düşmanlarımızın toplu saldırısı, içimizdeki yüreklerin tek vurmaması ve islamın ilk emri olan oku ayetini manasından uzaklaştıran taklitçi ve tekrarcı kafalar sayesinde tanzimattan sonra artık antlaşmaları istediği gibi yazan bir Türk devleti ve kalemi kalmamıştır. Oysa daha 17. yüzyılın sonlarında akdeniz de serbest ticaret yapmak isteyen Amerika ile yapılan ve amerikanın bize vergi vereceğini gösteren antlaşma bizim harfler ve bizim dilimiz ile yazılmıştı.

     İş o raddeye gelmiştir ki, sabah ilk uyanan yabancı devlet temsilcilerinden kim daha erken saraya gelir ise, bırakın veziri azamı adam yerine koymayı, ulu orta kaba sözler ile diplomasinin en ufak nezaket kurallarını yok sayan bir üslup ile, hariciye nezaretinden padişahın şahsına kadar alenen emir dikte edecek hale gelmişlerdir.

     Bizim o şevketsiz zamanlarımızda güya devlet adamı olarak sık sık değiştirdiğimiz halde, kumaşının aynı olmasından dolayı gelenin gideni arattığı yıllarda devleti yönetenler ya İngiliz veya rus, olmaz ise Fransız desteğini arkasına almayı bir devlet vazifesi ad eder idi.

     Kendi elleri ile ekalliyet arasında ektikleri nifak tohumlarının canını acıttığı islam ve Türk tebaanın feryatları ayyuka çıktığı vakit devletin en küçük bir tedip harekatını bahane ederek, mahalle muhtarının tayinine dahi karışan bir diploması adeti oluşmuş ve bizim devlet adamlarımız ise bin bir rica ile birini diğerine baskı unsuru olarak kullanmayı ve verilecek tavizi birazcık erteletmeyi bir diploması başarısı telakki eder hale gelmişlerdi.

   Yüzelli yılın üstünde bir zaman dilimi, ingilizin, rusun ve dahi ne kadar irili ufaklı Avrupa devleti var ise, hepsinin baskısı, tehdidi ve emir kabul edilen ricası ile geçmiş, vatan perişan olmuş sonunda namusumuza uzanan eli kurtuluş savaşımızda kesip atmış idik. Gel gelelim yıkıp inkar ettiğimiz, sanki hiç olmamış gibi davrandığımız Osmanlı devletinin bütün hastalıkları ve kalmış ise faziletleri  cumhuriyeti kuranların eli ile hayatını devam ettirmiştir.  Tanzimat döneminde, el öperek birine yaslanarak devlet olacağını zan edenler ile hiçbir taviz vermeden kendi ayaklarımız üzerinde duracağımızı düşünenler arasındaki mücadele, cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.

    Atatürkün ebedi aleme irtihali ile girilen tek parti döneminde Avrupa dışında yaslanmak için amerikayı keşfeden zihniyet 2000 li yıllara kadar dilenen, dilencinin emir alacağını bilen ve bundan hiç gocunmayan şahsiyetsiz yöneticilerin Türk milletinin geleceğini müstevlilere emanet ettiği kayıp yıllarımız olmuş. Hariciyemiz tabiri caiz ise, davetlerde hangi içki ikram edilecek ise, tabak çanak ve bardakların o içkiye göre masaya dizilimini öğrenmiş. Atalarının şanlı geçmişinden kopuk kişiler sanki uzaydan inmişler  ve sınırları milyonlarca kilometreleri geçen bir devletin bekası değilmiş gibi davranan aşağılık kompleksi kişiler eli ile temsil edilmenin ezikliğini yaşamışızdır.

    1965 li yıllarda Avrupa birliğinin ilk toplantılarında tesadüfi olarak bulunan merhum ziyad ebu ziya bey bizim hariciyemizin hal-i pür melaline şahitlik etmiştir. Ziyad beyin müdahalesi ile aleyhimize alınacak karar ber taraf edilebilmiştir. Çünkü diploması sadece okumak ile elde edilemeyen, geçmişi ve geleceği ve geleneği olan bir siyaset ilmidir.  Kaybedilince kazanması yüzlerce yıl ve nesiller alır. İşte Osmanlıyı inkar edeceğim der iken, iyi kötü Atatürkün zamanına kadar gelen bir gelenek, Atatürkün o güzel temsilinden sonra münkir ve akıl yoksullarının elinde kuru bir temsilden öteye geçememiştir.

    Yazımızın konusu uzamasın diye merhum ziyad bu ziya beyin o hatıratını buraya almadım. Fakat merak edenler geçmişteki yazılarımdan bulabilirler.

    2000 li yıllardan itibaren, devletinin gücünü bilen ve arkasında his eden, geçmişi ile bağını kesmeyen, atalarının şevketli ve maalesef zayıf yıllarını iyi okumuş ve ders almış kişiler eli ile yapılan diplomasi sahada kendini göstermeye başlamıştır. Devletinin güçlü olduğunu sadece kendisi kabul edenler ise diplomasinin kitabını yazsalar, sözleri ve iddiaları ancak havada kaybolan sesler gibi yok mesabesindedir.

   Aradan geçen yirmi yıl içerisinde yüzde yirmilerden yüzde seksenlere varan yerli ve milli silah üretmemiz. Bu ürettiklerimizi dostlarımız ile paylaşmamız. Bu paylaşılan silah sistemlerimizin sahada kendini göstermesi, ülkemizin gayri safi milli bütçesindeki milli eğitime ve sağlık hizmetlerine bizden daha çok gelişmiş ülkelerden fazla pay ayırmamızı, bu mevzuları içimizdeki ğafillerden daha çok takip eden ve bilen, yabancı devlet temsilcilerinin kendi ülkelerine ilk muştuladıkları haberler olmuştur.

   Dünya üzerinde mazlumlara yapılan yardımların, o yardımları yapan ülkelerin yayınladıkları milli bütçelerine oranı bakımından dünyada ilk sırayı almamız. Bu yardımların reklamını yapan ülkelerin kendi insanları tarafından inkar edilmeden ifade edildiği gibi, insana ulaşmada birinci sırada olmamız. Bizim hariciyemizin dış ülkeler nezdinde itibarını, devletimizin gücünün nerelere uzandığının bir kaldıracı olmuştur. Bizim insanımız aç iken diyerek, sürekli kendi kabuğumuza çekilmemizi isteyen dahili bedhahlar bu yapılan yardımların miktarının ürküttüğü Türk ve islam düşmanı ülkelerin arzuları istikametinde çıkışlar serdetmeye başlamışlardır.

     Her kes her yerde olduğu halde hiç sesleri çıkmayan bu zevat. Türk devletinin yüz yıl önce hüküm sürdüğü eski yurt parçalarımızdaki zulme, kıyıma ve imdat seslerine cevap vermesini hazm edememişlerdir. Fakat seslerinin çıktığı kadar, Suriye de, Libya da, şurada buradan ne işimiz var diyerek avazlarının çıktığı kadar bağırmışlardır. Çünkü bu zevata göre biz aç ve açıktayız. Bir kilo Ayçiçek yağı için kuyruklarda sabahlar ve birbirimizi çiğneriz. Bizim ne haddimize ki bu yağları başkalarına bedava verelim. Oysa asıl dert karabağdaki otuz yıllar işgal ve zulmü bitiren yerli ve milli silahlarımızın sağladığı adalet ve huzurdan huzurlarının kaçmış olmasıdır.

     Son günlerimizde sayın cumhurbaşkanımız afrika ziyaretinde, tekrardan maraş tabirimiz ile yenikten bismillah diyerek ziyaretler yapar ve atalarımızın yoldaşları mazlum milletlere biz tekrar geldik der iken Rus ayısının ukraynaya saldırması ile bu ziyareti yarıda kesmek zorunda kaldı. Tam da o günlerde, güya vatanperver kesilen, oysa seslerinden tanzimat döneminde aziz Türk milletinin boynuna prangalar takan zihniyetin temsilcileri olduğunu bildiğimiz kişi ve kurumlar sayın cumhurbaşkanımız hakkında bakın yahu adam nerelerde geziyor, dünya neler ile meşgul diyerek kendi cumhurbaşkanlarını nasıl küçük düşürürüzün derdine düşmüşler idi. Bu güruha göre sıfır değerinde bir insan ve öngörüsü olmayan, diplomasiden anlamayan bir kişi idi cumhurbaşkanımız. Gelişen ve gelişecek olan hadiselerden bi haber ve atlanması gereken bir yok mesabesinde idi.

      Hangi kanalı açsam aynı insanların aynı paylaşımlarını yapar iken gördük. Sevinçten göklere uçuyorlar ve Ukrayna rusya krizinde ülkemizin ayakta uyuduğunu ve bunun müsebbibininde sayın cumhurbaşkanımızın öngörüsüzlüğünün ve yok ettiği hariciyemiz elemanlarının yerine aldığı liyakatsiz kişilerin sebeb olduğunu bir cümle seslendiriyorlar idi. Fakat aradan geçen her gün bu zevatın her zaman yaptıkları gibi dereyi görmeden paçaları sıvadıklarını gösterdi. Devletimiz ve hariciyemiz, yılların birikimi, değerli mensupları vasıtası ile hadisenin vahimliğine en vakıf olan devletin biz olduğumuzu ortaya koydu. Ne Rusların kişilik olarak hakaret edilerek yola getirilebileceğine inanmadığımızı, nede Ukrayna ya boş vaatlerde bulunarak onlara yardım edilemeyeceğini gayet güzel bir şekilde hepsinin gözüne sokmuş olduk. Ukrayna- romanya sınırında toplanan milyonlarca mülteciye ilk yardım yapılması meselesinde bütün avrupanın nasıl melankolik ve romantik ayakta uyuyanlar ve uyurken sadece cek cak diyenler olduğunu her kes görmüş oldu. Sınırda karşıladıkları insanların ihtiyaçlarının karşılanması, nerede iaşe ve yatacaklarına kadar her husustaki acemiliklerini görmüş olduk. Türkiye orada bütün kurumları ile bulunur ve ilk ve tek sahra hastahanesini açıp hizmet verir ken, gelenlere sadece birkaç saat sıcak çikolata ikram edenlerin hava kararınca sahayı terk ettiğini Ukraynalılar ve bütün dünya gördü. Oysa orada 24 saat karşılıksız ve her hususta yardım eden tek ülke Türkiye oldu.

      Çünkü hariciyemiz  bizim temsil ettiğimiz manevi iklimi, mülteci olan herkese on yılın üzerinde yaptığı yardımlar ile göstermiştir. Mülteci olanların ne gözlerinin ve nede teninin ve dininin rengine bakmamış, eşrefi mahlukat için, Allah rızası için el uzatmışızdır. Bu yaptığımız çalışmalar, benzeri afetlerde aziz Türk milletinin en doğru müdahaleyi yapacak unsurlar ile kuşatmış ve hazır hale getirmiştir.

      Bütün dünyanın gözü önünde savaşan her iki devlet,  Türkiye nin cismi ile kıyaslanmayacak derecede büyük devletlerin hakemliğini kabul etmemişlerdir. İsrail zulmüne van minüt diyen sesin, daima hakkın yanında olduğunu hasımlarımızda öğrenmiş, ikbal önünde eğilmediğimizi, sadece hakkın huzurunda eğildiğimizi bütün cihan görmüştür. Bu birikimler sayesinde Antalya da bu iki düşman sahada birbirini vurur iken, yanımızda kuzu gibi el ele verip görüşmeyi kabul etmişlerdir. Görüşme Türk hariciyesinin, Türk devletinin gücünü bütün dünyaya göstermiş ve tescil ettirmiştir. Görüşmenin neticesinden bir yol çıkmamış olsa da, bu iki devlet en üst seviyede görüşmeyi Türk milletinin hakemliğinde kabul etmişler ve hatta Ukrayna (akrabamız olduklarını unutmayın) Türk devletinin garantörlüğünü ısrarla talep etmiştir.

    1856 lı yıllarda sabah yüzünü yıkayıp saraya baskın yapar gibi gelip bize emirler veren dış ülke temsilcilerinin o hallerinden (üstelik bunlar içindeki en arsızı ise Rus temsilciler olmuşlardı), bu gün ülkemize gelip bizim hakemliğimizi siz dürüst ve gerçek devletsiniz diyerek kabul edilir hale getirenlere teşekkürler etmek vazifemiz olmalıdır. Antalya (teke ilimiz) da yapılan görüşmeler Türk devletinin maddi ve manevi yükselişinin son halidir. Düşman bunu takdir eder iken, hala, ama diyenler aslı bizden değildir. Bu halimiz devletimizin maddi yükselişinin bize vermiş olduğu ses gücümüzdür.

    Rabbim islam aleminin tek temsilcisi, Türklük aleminin gerçek sahibinin avazına güç versin, sesimiz mazlumların sesi olsun, atamız yıldırım bayazıtın esir kumandanı doğan beye gür sesi ile seslendiği , yettim doğan deyişi gibi, yettik mazlumlar gayri biz yettik demeye devam edecek imanı ve gücü nasip etsin inşallah.

      Her şey Rabbimin rızası içindir. Vesselam.