“200 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor!”
Sultan Alparslan’ın cevabı tarihe kazınır:
“Biz de onlara yaklaşıyoruz!”
Bu hikâye, cesaretin ve kararlılığın ne demek olduğunu anlamamız için mükemmel bir örnek. Bugün sosyal medyada yapılan paylaşımların altında sıkça şu yorumu görüyorum:
“İsrail Şam’a doğru yaklaşıyormuş…”
Yaklaşsın, ne yapalım?
Biz de ona doğru yaklaşıyoruz!
Bu korku nedir? Bu telaş niye? Neden sürekli bir endişe hâli içindeyiz? Unutmayalım, korkunun ecele faydası yoktur.
BIRAKIN, İSRAİL DÜŞÜNSÜN!
Bizim coğrafyamız, bizim tarihimiz, bizim kimliğimiz bir kaderdir. Kaderimizden kaçamayız, aksine onun gereğini yaparız. Bu topraklarda cesaretle, inançla ve kararlılıkla durmaya devam edeceğiz. Bize düşen, geçmişte olduğu gibi bugün de zalimin karşısında, mazlumun yanında saf tutmaktır.
Tarih bize ne öğretti?
Bu topraklarda yaşanan her mücadele, her savaş, her direniş, bir şey öğretti:
Korkaklar tarih yazamaz. Cesur olanlar ise yalnız kendi tarihlerini değil, dünyanın kaderini de değiştirirler.
Bugün İsrail’in hareketlerini konuşuyoruz. Oysa mesele çok daha derin. Bu mesele, yalnızca bir devletin sınır ihlali değil, bir medeniyetin varlık mücadelesidir. İşte bu yüzden, korkuya yer yok!
Coğrafyamız kaderimizdir.
Biz bu kaderi kabul etmiş bir milletiz. Sultan Alparslan’ın “Biz de onlara yaklaşıyoruz” sözündeki kararlılığı taşıyan bir ecdadın torunlarıyız.
Bu topraklarda korkuyla değil, cesaretle var olmaya devam edeceğiz. Çünkü tarih bize, “Düşmanın büyüklüğü değil, sizin cesaretiniz önemli” diye fısıldıyor.
O halde bir kez daha haykıralım:
Biz de onlara doğru yaklaşıyoruz!
Selametle.