Dillere yer etti ama gönüllerde neşv-ü nema bulduğu tartışma götürür. Tabi neye nasıl vefa duyulacağı çok da detaylı aktarıldı mı? Ona da bakmak gerekiyor.

Ahde vefa!

Yani, sözünde durmak, sadık kalmak, dürüst olmak...

Vefa; sevginin, dostluğun ve kardeşliğin bağrında yeti­şir. Bu yüzden sözlükte vefa kelimesi ile ilgili, “sevgi ve dostlukta sebat etmek” anlamını da görürüz.

İnsanın ahdi- sözü- “yaratılış” ile başlamıştır. Kuran bu konuyu pek çok ayetle tekrar tekrar gündeme getirir.  (Bakara,27- Al-i İmran, 76…)

Nitekim,  ahde vefanın imandan olduğunu belirten  Peygamber Efendimiz (s.a.v) de, ahde aykırı davranmayı nifak alametlerinden saymış­tır. (Buharî, Müslim)

Vefa, düşman bile olsa verdiği sözden dönmemektir. Vefalı insan, dost-düşman herkesin güven ve emniyet duyduğu kimsedir. Onun karakterinde yalancılık, döneklik ve kalleşliğin izine rastlanmaz. En zor anlarda bile ahde vefalı davranır.

KİME KARŞI VEFÂ SÂHİBİ OLMALIYIZ?

Hiç şüphesiz, öncelikle kendisini yoktan var ederek ona iman nimetini lütuf ve ihsan eden Cenâb-ı Hakk’a karşı vefa sahibi olmalıdır.

İkinci olarak, yüzü suyu hürmetine gönüllerin Hak katında makbul olduğu, sevgisiyle yoğrulan her gönlü hidayet ufkunda parlak birer kandil yapan Allah Rasulü -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelir.

Daha sonra da kademe, kademe din büyüklerine, ana-babaya, hısım-akrabaya ve bilhassa din kardeşlerimize vefayı gönlümüze yerleştirmelidir. Ayrıca insan için yaratılan bütün mahlukata karşı da vefa hisleriyle davranmak lâzımdır. Zira Hâlık’ın nazarıyla mahlukata bakış tarzı kazanmak da yine Hâlık’a vefadır.

Şunu hiç unutmamalıdır ki gönlünü vefa sadakatine teslim eden bir müminin varacağı son menzil, Cenâb-ı Hakk’ın vuslat deryasıdır.