Tarih sahnesinde bulunan ve önceden bulunup sonra silinen bir çok millet, yaşadığı coğrafyadan aldığı güç ile vardır. Türklerin binlerce yıllık var oluşlarında ise, çok büyük bir coğrafyaya dağıldıkları ve bu büyük coğrafyanın tamamına yakınını uzun yıllar ellerinde tuttukları ve silinmez izler bıraktıkları bütün dünyaca varittir.
Türk milletinin coğrafyasını temelde iki kısma ayırmamız mümkündür.İslamdan önceki coğrafyamız ve islam ile müşerref olduktan sonraki coğrafyamız olarak. Binlerce yıllık tarihimiz içinde bin beş yüz yıla yakın islam ile Türk adının mündemiç olduğu yıllar içinde kazanmış ve kaybetmiş olduğumuz coğrafyalar içinde, misakı milli diyerek o günün şartlarında olmaz ise olmazımız dediğimiz, aslında Anadolu ve balkan Türklüğünün hayat sınırlarını gösteren bir coğrafyamız düşünülmüştür. Bu coğrafyamızdan elimizden zorla alınan kısmı gönlümüzde derin hatıralar bıraktığından, biz bu coğrafyaya gönül coğrafyamız adını veririz. İslamdan önceki coğrafyamızda bu gönül coğrafyamızın içine dahil olsada, Türk nüfus yaşadığı halde, Türklerin hür ve sözlerinin geçmediği yerler haline gelen bu coğrafya için bengi yurt, yani ebedi vatan diyerek tarif ederiz. İslam ile müşerref olduğumuz şevketli günlerimizde elimizde bulunan fakat Hristiyan ve gayri Müslüm milletlerin yüzlerce yıl bizimle savaşarak elimizden aldıkları coğrafyada bizi unutmayan, atalarımızın onlarla olan hatıraları dolayısı ile gönlünde bize karşı derin sevgi beslenen yerler içinde gönül coğrafyamız tabirini kullanırız.
Biz de biliriz ki, köprünün altından çok sular akmıştır. Sınırlarımızın bir daha birleşmesinin mümkün olmadığını veya en azından bir çoğu ile artık bunun mümkün olmadığını, fakat aynı zamanda biz de onlarda biliriz ki, aramızda bizi ayıran sınırlar olsada, aynı hadiselerde aynı duyguları paylaşır, aynı olaylara sevinir veya üzülürüz. İşte bu gönül birlikteliğimiz dolayısı iledir ki, bu coğrafya ile gönül bağımız vardır. Bu gönül bağımızın meydana getirdiği coğrafyada bizim gönül coğrafyamızdır. Bunun en bariz örneği ise bosna dır. Camilerine Osmanlının balkanlar bölgesini temsilen asılan yeşil ayyıldızlı bayraklar bu kardaşlarımızın bizi gönüllerinde yaşattıklarını gösterir.
Okullarımızda milli bir eğitim verilmediği için, tarih dersi olarak romus ile romulus anlatılır, persler diye dinletilir, ne romus ile romulusun süt emdiği kurt analarından söz eden destanın bizim destanlarımıza benzediği nede pers denen milletin, yüzlerce belkide binlerce yıldır bizi sırtımızdan vuran fars illeti olduğu öğretilir. Dersleri dinleyen öğrenciler gerçek hayatta bu adlar ile bir ilişki kuramaz, bu öğrendiğini zan ettiği tarih ile kendisini ilişkilendiremez. Oysa tarih dersi geçmişten ders almak için vardır. Coğrafya dersi tarih ile uyumlu olarak üzerinde yaşayan insanlar ile birlikte verilmediğinde bir birinin mütemmim cüzü olan bu derslerden layıkı ile faydalanılamayacağı hiç düşünülmemiştir. Belki de düşünülmüş ve bilerek ihmal edilmiştir. Avrupadaki bütün futbol takımlarını ezbere, her oyuncusuna kadar bilen Türk gençliği, İran da ki traktör şazi futbol takımının adını, ispanyadaki Türk bayraklı futbol kulübünün adını hiç duymamıştır bile.
Bu gün etrafımız kan gölü gibidir. Z veya Y kuşağı diyerek, uzaydan getirilmiş bize hiç benzemeyen, bizim gibi düşünmeyen bir gençlik meydana getirmeye çalışılır iken, ülkemde yirmi yıllık bir iktidar partisinin bu yirmi yılı bu hususta boşa geçirdiğini maalesef söylemek zorundayım. Dış işleri bakanlığımız bu hususta milli eğitim bakanlığımızdan çok çok daha iyi durumdadır. İster ata yurtlarımızda, ister ise gönül coğrafyalarımızda aziz Türk milletini gayet güzel temsil eden bence çok başarılı bir dış işleri bakanlığı var. Fakat aynı şeyi milli eğitim bakanlıklarımız için söylemem mümkün değildir. Hasbel kader, beş yıl kadar liselerde gönüllü olarak tarih derslerine girdim. Benim ders anlatmam ile, mesleği tarih hocalığı olan arkadaşlar arasındaki anlayış, ata yurdumuzdaki ötüken ile hira dağı kadar farklı idi. Onlar resmi tarih kitabını ezberleterek, coğrafya hocalarımızda öğrencinin ezberleyerek ve daha sonrada kısa bir zamanda unutacağı yer yüzü şekillerini öğretiyorlar idi.
Hiçbir tarih ve coğrafya öğretmeninin bir şehirden veya köyden söz eder iken, işte burası böyle hadiselerin geçtiği yurt parçamızdır, burada şu şu Türk boyları iskan edilip yaşamıştır dememiştir. Şu adını andığımız yurt parçasını kaybeder iken savaştığımız milletler zaman içinde işte burasının adını değiştirmiş ve şimdi şu ad ile bilinir, oysa siz bilmelisiniz ki, daha yüz yıl önce oralar bizim idi, bizce konuşulur idi demeli idiler. Aradan geçen yüz yıl içinde orada şu kadar nüfusumuz kaldı, zor şartlarda yaşayan bu insanlar aslen böyle bir millettir, bizi çok severler, ilk fırsatımızda bu kardaşlarımızı hatırlamalı ve ellerinden tutmalıyız demeli idiler.
Fakat bu dediklerimiz hiç birisi olmadı. Birkaç istisna gerçek tarih ve coğrafya hocalarının dışında. Nerden biliyorum der iseniz, bizzat öğrencilerimizin tesbitlerinden biliyorum. Oysa tarih ve coğrafyamız gençliğimize milli bir şuur ve milli bir hedef vermeli göstermeli idi. Geçmişte atalarımızın hangi yanlışları ile nereleri ve neyi kaybettiğimiz tam olarak öğretilse, yetişen ve ülkenin yönetiminde söz sahibi olan koca koca adamlar ne işimiz var libyada, ne işimiz var suriyede demezler idi. Ne işimiz var dedikleri yurt parçalarımızdan yüzlerce binlerce şehidin mezar taşları Çanakkale de ve bir çok şehitlikte dimdik onları bekler iken.
Osmanlı devleti uzayda yaşayan bir devlet, sanki hiç olmadı. Ya da Osmanlı öyle kötü bir devlettiki, sağ olsun Avrupalılar ile el ele verip o devleti yıktık, yerine cumhuriyeti kurduk diyecek kadar cahil insanlar yetiştirildi. Cumhuriyeti kuranların, kaybettiğimiz yurt parçalarında kanlarının son damlasına kadar savaşan, buraları elde tutamayınca şimdiki yurdumuzu korumak için çırpınan ve tamamı o inkar ettiğimiz Osmanlının tedrisatında yetişmiş büyüklerimiz olduğu gerçeğini bize unutturdular. Bütün bunlar gayri milli bir eğitim ile oldu. Biz gönül coğrafyamızı gençlerimize öğretmeyince, elin adamı kars, Ardahan, İstanbul ve izmiri bizden istemeye devam ettiler. Çünkü biz eli böğründe bıraktığımız kardaşlarımızın yüzlerce yıl yaşadığı yerleri hiçbir zaman gençlerimize öğretmedik, onlara bir gün olur inşallah buralar tekrar bayrağımızın altına girer demedik. Hatta bayrağımızın altına alamasakta, oralarda rahat yaşasınlar diye bir kaygumuz da hiç olmadı. Çünkü bilmiyorduk. Çünkü vatanımızın sınırları edirne’den kars’a kadar idi, gerisi ise yunanıstan, Bulgaristan, suriye ve ırak ile iran idi. Hatta Azerbaycan dahi nerede ise unutulmak üzere idi. Birkaç yiğit insan buralardan söz edince ya faşist yaftası veya gerici yaftası ile tamgalanır ve mümkün ise eli kolu ve dili bağlanır idi.
Üniversite yıllarımda, Kerküklü arkadaşlarımıza Anadolulu gençlerin Kelkitli dediklerine, Kerkük adını ilk defa duyduklarına şahid oldum. Merhum babam 1959 kerkük katliamını bize anlatmasa, kendi yurdumuzda Türkü dinleyemiyor iken, bazı günler ırak radyosu Türkmenler için bir saat program yapar bizde o saatlerde bütün çarşı o radyoyu gözlerimizden yaşlar gelerek dinlerdik demese bende Kerkük yerine Kelkitlimi bu arkadaşlar der idim. İşte coğrafya dersinde dağları vadileri, ovaları nehirleri ezberletenler kadar olmasa da, fakat az da olsa musul vilayetimizden, Türkistan ve kafkasyadan ve dahi balkanlardan söz eden bir hocamız olsa idi, deseydiki balkan sözü Türkçedir, biz Türkler dağlık bölgelere balkan deriz, bakın Türkmenistanda da dağlık bölgenin adı balkandır diye biz o coğrafya için gönlümüzde bir yer açar idik.
Gönül coğrafyamızı bilse idik, şam denince halep denince Türkmen yurtları olarak öğrense idik. Ruslar Ukrayna ya girince brest şehri üzerinden polonyaya giden Ukraynalıları duyduğumuzda, ha yahu bu yüz sene önce atalarımızın Avusturya macar imp.luğu ile omuz omuza ruslarla vuruştuğumuz eski kıpçak ve Osmanlı yurdumuz idi. Hatta orada yapılan antlaşmanın adı da brest-litovsk antlaşması idi derdik. Oysa şimdi rusların girip paramparça ettiği kuman kıpçak yurdumuzdan sadece kırım hakkında gençlerimizin binde birisi, eh işte orası bizim imiş der.Gerçekten gençlere kırım ne demek diye sorsanız maalesef alacağınız size z kuşağı denen sadece tüketmeyi bilen vurdumduymaz, dünya vatandaşı tiplerin vereceği hiçbir cevapları yoktur. Bu suç onların mı diye sorarsanız asla derim. Yüz yıl boyunca başını kuma gömen büyüklerimiz suçludur. Bilerek bize unutturulan gönül coğrafyamız, ata coğrafyalarımız hakkında bizi bilgi vermeyenler suçludur. Burnumuzun dibinde suriyede, ırak ve iranda ve Azerbaycan da, adalar denizinde ve balkanlarda kan ve gözyaşı akar iken, sanki bizimle bir ilgisi yokmuş gibi yaşayanlar, cumhuriyet devrinin bilerek ifsad ettiği gençlerin büyümüş halidir. Kendi coğrafyasından, üstünde yaşayanlardan bu kadar bihaber bir millet varmıdır tarihte, inanın bilmiyorum. Son yıllarda dizi film olarak bir çok yanlış ve eksik çekilen filmlerde olmasa, mazi ile hiçbir bağımız yok denecek bir nesil yetişmiş idi. Amerikada ki şarkıcının ne giydiği kendisini ilgilendirir iken, Özbekistan ile Tacikistan arasındaki kardaş kavgasından bana ne diyen, bizim onlarla ne ilgimiz var diyen, Afganistan denen bir yerin varlığını duyan, fakat aslında afgan diye bir milletin olmadığını , oraların güney Türkistan olduğunu, yüzlerce yıl oralarda hükm ettiğimizi bilmeyen bir nesil yetiştirmişiz. Gazneli mahmut devletini okumuş, fakat gazne ilinin ve daha bir çok Türk devletinin kurulduğu coğrafyanın bu günkü adının afganistan olduğundan, orada ki her kes ile akraba olduğumuzdan habersiz bir nesil yetiştirmişiz.
En yakın coğrafyamız Azerbaycan hakkında dahi ülkemizi yönetenlerin cehaleti yüz karasıdır. Bütün devlet büyüklerimiz Azerbaycan adını dahi adam gibi telaffuz edemiyorlar. Azerbeycan diyenmi görürsün, azarbaycan diyenmi hangisini düzelteceksin ki. Nerem doğru diyen deve meseli. Şimdi devlet başkanından en sondaki coğrafya ve tarih öğretmelerimize kadar her kese sorabilirsiniz. Azerbaycan neresidir diye. Hepsi bu günkü adı Azerbaycan olan devleti gösterir. Oysa o devlet kuzey azerbaycandır ve kuzey azerbaycanın mühim bir kısmı toprakları da içinde değildir. En güzel yerlerinden birisi olan borçalı stalin denen alçak eli ile gürcistana verilmiştir. Bir tane gürcünün yaşamadığı ve bizim kültürümüzün en yüksek halini yaşadığı bu vatan coğrafyamızdan milli eğitim bakanlığımız dahi bi haberdir. Özel bir bilgi ve ilgisi olanlar dışında. Oysa iran toprakları içinde kalan kısım orta Azerbaycan olup, güney Azerbaycan bizim musul vilayetimiz dediğimiz kısımdır ki, bu kısmın dışında kalan yerlerde vardır. Hürmüz körfezinde mendeli kasabasından başlayan Azerbaycan coğrafyamız, kuzey kafkasyada derbent de biter. Bu büyük coğrafyanın adıdır Azerbaycan. Son günlerinde bu yurdumuzun güney kısmında kürt devleti ayakları altında israile peşkeş çekilecek ve aslında önce Ermenistan ardından İsrail olacak şekilde hazırlık yapılan bu yurt parçamızda, ordumuz büyük bir harekat yaparak biz de buradayız demiş idi. Türk ordusunu sancar (yanlışlıkla sincar) denilen yerde karaçuk dağında bir harekat yapmış ve bu harekatı söz konusu eden ve Türk milliyetçisi olduğu iddiasındaki Devlet Bahçeli bey dahil, her kes bu dağın adının Türkçe karaçuk olduğunu, büyük Türk destanı dede korkutta adı geçen karaçuk dağı olduğunu bilmediğinden, kimisi karacak, kimisi karaçok, kimisi karacık demiş ve bizi utandırmışlardır. Tıpkı aynı destandaki alp uruz begin yaslandığı ve adını alp uruz begden alarak alp uruz dağı olan dağımıza irani ağız ile elbruz diyen cahiller gibi.
Suriyede harekat yaparak mazlumlara yurt açan ordumuz oralarda vuruşur iken, almış olduğu yerlerdeki tertemiz Türk adı taşıyan yerler içinde başta gayri milli medyamız ve ayakta uyuyan güya milli medyamız aynı aymazlığı beraberce yapmışlar, ordumuzun cinderesi mevkiindeki vuruşmalarından söz eder iken, sanki ayda bir yer keşfedilmiş gibi ordumuz cenderes , olmaz ise cinderes, olmaz ise cenders bölgesinde harekat yapıyor demişlerdir.Oysa oraya şekli ve ıssızlığı dolayısı ile cin deresi adını verenler atalarımız idi. Anadoludan en az üç yüz yıl önce vatan yaptığımız, Attila hanın torunu kursık hanın, göktürk alfabesi ile yazılmış miladi 300 lü yıllar ait mezar taşının bulunmuş olduğu bu coğrafyadaki her yer adını arapça zan eden, Suriye den her söz edişinde ısrarla Suriye arap cumhuriyeti diyen art niyetliler maalesef kazanmışlardır. Türk milleti, Suriyeden göçen insanların bir kısmının Türkmen olduğunu zor da olsa anlamış iken, kasıtlı siyasiler ve ahmak tarihçi ve coğrafyacılarımız sayesinde, geriye kalan nüfusun büyük kısmının memluk (devlet-i Türk) devletinden kalan, bu gün arapça konuşan kuman kıpçak boylu Türkler olduğunu bilmemektedirler. Bu Suriyeli güya arapların fazlaca sarışın olmaları, görünüş itibarı ile kafalarında oluşturulmuş olan arap tipine uymamaları dikkatlerini çeksede, Türk düşmanı mahfillerin islam düşmanlığını örtmek için arap adını kullanarak yaptıkları kötü tanımın kurbanı olanlar bu insanların Türk asıllı olduğunu söyleyenlere de itibar etmemişlerdir. Çünkü son yüz yıl boyunca Türkler sadece Anadolu da yaşamış, Osmanlı devletinin çekilmek zorunda bırakılan güney kısımlarındaki insanlar da tamamen arapmış gibi öğretilmiş bir topluluktan başka bir netice alınması da mümkün değil idi. Oysa maraş ulu camimiz dahi, o kıpçak Türk devleti olan memluklu (kölemen) devleti zamanında Dulkadiroğlu devletinin onlara bağlı olduğu zamanlarda yapılmış bir cami iken, bunu kaç tane maraşlı bilir.
O bakımdan yazımın başlığını coğrafyamız koydum. Biz o kadar büyük bir milletiz ki, bizim batı sınırlarımız Finlandiya da biter. Doğu sınırlarımız Japonya dan başlar. Güney sınırlarımız afganistanı içine alır, kuzey sınırlarımız sibiryanın tamamını kaplar. Oysa bize bunlar öğretilmedi. Es kaza bundan söz edenlerede fırça atılarak, yok öyle bir şey dediler. Oysa ilk nüfus sayımımız 13 milyon iken, bu nüfusun beşbuçuk milyona yakını kaybettiğimiz vatan topraklarından Anadoluya can atabilenlerden oluşuyor idi.
Şimdi başka milletler vuruşuyor gibi seyrettiğimiz Ukrayna toprakları çok değil yüz elli sene önce sınırlarımız içinde olan. Osmanlıdan çok önceleri ruslar ve ukrainler yok iken bizim olan, iskit, sarmat ve kuman kıpçak, peçenek boylarının at koşturduğu, kodeks kumanikus sözlüğünün yazıldığı vatan topraklarımız idi. Ukrainler hakkında yarım yamalak ta olsa bazı ilim adamlarımız, bunlar her ne kadar doğu slavlarına dahil iselerde, büyük oranda kaçkın ve bağımsız Türk boyları ile karışmış,kültür ve dil olarak Türkçenin , Türk milletinin etkisinde oluşmuş bir millettir demişlerdir. Siyaseten Ukrayna nın toprak bütünlüğünü savunsakta, aslında her dara düştüklerinde bize sığınan bu millet ile akrabalığımızın olduğunu çok insan bilmez. Çünkü onlar kumanları ve kıpçakların kimler olduğunu neye benzediklerini bilmezler, öğrenmeye de niyetleri yoktur. Bu güruha göre güneyimiz tamamen arap, kuzeyimiz tamamen rus, bütün balkanlar ise arnavuttur. Bu gün karabağda Ermenilerin viran ettiği, fakat kardaşlarımızın tamir ettiği alban (Arnavut) kiliselerinden habersizdirler.Arnavutluk devletinin resmi adının Albanya, albanların ise Kafkas kökenli kuman boylu bir Türk halkı olduğunu bilmezler. Onlara göre Arnavutlar epirlidir, Osmanlı olmasa onları bilmez idik diyeceklerdir.
Bu yazı biraz uzun oldu biliyorum. Aslında daha çok yazacak husus var. Çünkü coğrafyasını bilmeyen tarihini öğrenmeyen milletlerin üzerinde tarih çok acı bir şekilde defalarca tekerrür eder. Devletimizi yönetenlerden milli eğitim hususunda gerçek ve işe yarar, coğrafyamız ile beraber Tarihimizin de öğretildiği bir eğitim verilmesini istiyorum. Bu eğitim verilmiş olsa idi, koca koca adamlar, Sudan darfur da büyük şehid alinin torunlarının dizinin dibinde oturup onların elini öpüp hatırlarını soran büyük elçimiz hakkında, yazık yahu kocaman Türkiye cumhuriyetinin modern bir ülkenin ( ne demekse) büyük elçisi sıradan bir zencinin elini öpüp, yanında yerde oturuyor yazıklar olsun demezlerdi. Bilirler di ki, o eli öpülen kişilerin dedeleri bizim bir çağrımız ile silaha sarılmış, şehid olana kadar bayrağımızı elinden bırakmamış , o günlerde vatanımız olan bu coğrafyada bizi şerefi ile temsil etmiş bir kişinin torunları olarak hatırlanmayı ve ziyaretten daha fazlasını hak etmişler derlerdi.
Kişi cahili olduğu hususun düşmanlığını yapar. Bu gün ülkemizde gönül coğrafyamıza yabanca, hatta düşman olan, tarihinden akrabalıklarından habersiz bir nesil yetişmiştir ve bunun vebali bizden önceki nesillerdedir. Bu vebalin altında daha fazla kalmamak için, her hususta yaban ve cahil olanlara söylenen Fransız olmak sözü ile yüzleşmemek için, devletimiz her iki coğrafyamızıda tarihini de ihmal etmeden öğretmelidir. Aksi halde Suriyeliler def olun sözü döner dolaşır boynumuza dolanır. Allah bu cehaletten bizleri korusun. Her şey rabbimin rızası içindir. Vesselam.